www.tayyareci.com                  ANA SAYFA Tayyareci Türkçe Site UCAK MODELLERI
Tayyareci English Site
Tayyareci Deutsch Site
Sitede Arama :
 

 
ÇANAKKALE SAVAŞINDA TÜRK HAVA HAREKATI TURKISH AIR OPERATIONS - DARDANELLES WAR

İkinci Evre: Gelibolu Çıkarması Süresince Hava Faaliyetleri :

            25 Nisan 1915’te Fransız ve İngiliz kuvvetleri Gelibolu Yarımadası’na çıkartma yaptıklarında, savaş bir deniz harekatı olmaktan çıkmış ve kara harekatına dönüşmüştür. Fransız kuvvetlerine eşlik etmek için 8 uçaklık ek bir filo olan Escadrille M.F 98T Bozcaada’da boşaltılmıştır.

Gelibolu Savaşı’nın başlangıcında  Müttefikler keşif faaliyetleri içinde yeni bir savaş silahını kullandılar. Hava koşulları izin verdiği sürece hergün, Bozcaada’da konuşlanmış eldeki tüm uçaklar genellikle günde iki veya üç kez uçuşa çıkıyordu. Bu, açık denizde 17 1/2 milden fazla tehlikeli bir uçusu kapsıyordu. Görevleri Türk mevzilerinin yerini belirlemek, harita koordinatlarını düzeltmek ve fotoğraf çekmekti. Fotoğraf çekme işinin modifiye edilmiş bir Alman Goertz katlamalı fotoğraf makinesi kullanan Teğmen Pilot C.H.Butler tarafından yapıldığına dikkat çekmeye değer. Kara uçakları Bozcaada’dan harekat yapmaya devam ederken, HMS Ark Royal, deniz uçaklarını İzmir ve Enez yöresinde uzun menzilli keşif görevlerinde bulunmak üzere kullanıyordu.(28) İngiliz uçak gemisi “Ark Royal” 6 adet uçak ile 1 Şubat’ta Ege’ye 6 deniz uçağı beraberinde açılmıştı. Ayrıca 4 kara (Sopwith Tabloid) uçağı da taşıyordu.Gemi 17 Şubat’ta İngiliz-Fransız Filosunun ana üssü olan Limni yakınlarındaki Tenedos (Bozcaada) adasına ulaşmıştı.Limni,Bozcaada ve diğer adalar Türklere ait idi.Ancak 1.Balkan Savaşı Sonunda Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir.Bu adaların hakimiyeti konusunda Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında tartışmalar devam ediyordu.Yunan Başbakanı Venizelos bu adaları bir oldu bitti ile Müttefik donanmasına tahsis ederek adalar üzerinde hakimiyetini sağlamıştır.(29)

Bununla beraber, Alman U-bootlarının (denizaltı) varışı, yavaş hareket eden ve kolayca zarar görebilen HMS Ark Royal’ı açık denize çıkmak üzere ayrılmaya zorladı. 12 Haziran’da HMS Ark Royal Mondros Limanı’na sonra da Selanik’e uçak gemisi olmak üzere gönderildi. Yerine daha yeni, daha hızlı ve aralarından özel iki tanesi torpido fırlatabilen beş deniz uçağıyla donatılmış HMS Ben-my-Chree geçti. Bu dönem boyunca Kraliyet Donanması Türk mevzilerini bombalamayı sürdürdü. O sırada henüz deneme aşamasında olan havadan topçu mezvilerini tespit etme tekniğinide kullanılmaya başlanmıştır. Havacıların yer tespitini başarılı olarak yapmaları için, her turun sonunu kaydetmek üzere temel bir telsiz kodu kullanıyordu. Fakat hava hizmetlerinde eğitimli gözetleyicilerin sayısı az olduğundan, Kraliyet donanması telgrafçı olarak görev yapan gönüllüleri göndermek zorunda kaldı. Bu uçakların harita noktalaması, gözetleme, fotoğraf çekme ve filo için mayınların yerini saptama görevleri gibi başka görevlerle de aşırı yüklenmiş olması yüzünden, topçu birliklerinin yerini saptamanın temel sorumluluğu gözetleme için kullanılan ilk İngiliz uçan balonu olan HMS Manica balon gemisi tarafından yerine getirildi. Balonun gerçekleştirdiği görevler öncelikle HMS Baccante’nin topları için hedef saptamaktı. HMS Manica’nın balonları ve sonra da HMS Hector’a ait balonların işi; bütün gün, bölgedeki hava şartlarını hiç dikkate almaksızın, yukarıda kalabilerek paha biçilmez bir görevi yerine getirmekti. Savaş filosu tarafından onlara çok değer veriliyordu ve denizdeki nakliye gemilerinin üzerinde, havada yüzen tanıdık bir manzara olarak savaşın sonuna kadar kalmışlardır.

            Gelibolu’da, havadan fotoğrafçılığın ve denizden topçu birliklerinin yerinin saptanmasının ilk kez gerçekleştirilmesinden başka, bir diğer deneme daha oldu. HMS Ark Royal’ın bölgeden çıkması ve daha sonra uçak onarım gemisi olarak görevlendirilmesiyle Sopwith Schneider deniz uçaklarından ikisi HMS Dories ve Minerva kruvazörlerine atandı. Deniz uçakları, yer belirleme ve gözlem amacıyla açık güverteye iplerle sıkıca bağlanarak buharlı vinçle denize indiridi. Ne var ki, sistem başarısızlığa uğradı, çünkü uçaklar gemideyken geminin toplarının yarattığı şok ve titremeler, uçakların gövdelerinde ve dış kaplamasında çatlaklara sebep oldu. Bir keresinde, HMS Dories’teki toplardan birinin ağzından çıkan alev, uçakları ateşe verdi. Bu deneme askıya alınmış ve kalan uçaklar Mondros’a gönderilmiştir. Kullanılan uçakların birçok farklı tipte olması nedeniyle, bakım en büyük problemdi. Çelikten yapılma gövdesi yüzünden teneke gıcırtıları çıkartan hantal Brequet yavaştı, 1913 yılının standartlarına göre bile uçması zordu. Onun kullanışlılıktan yoksun olması, diğer uçakları çok daha fazla uçmaya zorladı ve ideal şartlarda, bakım-onarım faaliyeti için tanınan yaklaşık 10 saatlik süre bakım için yetersiz kaldı. Sınırlı sayıdaki yedek parçalar ve aynı tipten olsa bile motorların değiştirilebilir parçalarının yokluğu hava kuvvetini zor duruma sokuyordu. Ayrca savaş öncesinin meşhur Sopwith Tabloid’i gibi bazı uçakların, ileri ve aşağı doğru görüş gücünün zayıf olması yüzünden keşif görevi için kullanışsız olduğu da ortaya çıktı. Tabloid savaş alanına başlangıçta kanatlarına Lewis makineli tüfekler monte edilmiş olarak gelmişti.

            Bununla birlikte savaşın başlarında Türk ve Almanların uçağının olmaması, Tabloid’i gereksiz hale getirdi. Uçakları orada tutmak hiçbir kazanç sağlamadığından Mondros’a geri döndüler. Kısa bir süre sonra, Osmanlı Hava Kuvveti ortaya çıktı ve ciddi biçimde tehdit edilmeksizin bölgede aktif olarak devam etti. Buna ek olarak, Müttefik hava gücünün temelini oluşturan Maurice-Farman uçaklarının motarları aşırı yorgundu ve birçok uçak, yukarıda iki mürettebat ve teçhizat taşıyacak yeterli gücü bile üretemiyordu. Bu yüzden, Türk tarafının ateşi üzerinden alçak hızla uçmak ve dönüşünü filoya, daha sonra da kara birliklerine bildirmek üzere aklına kaydetmek zorunda kalan yalnızca tek bir pilot ile uçabiliyordu. Bu havacıların üzerinde psikolojik olduğu kadar fiziksel bir baskı da yaratıyordu. Yetmişbeş beygir gücündeki Farmanların motorlarında aşırı metal yorgunluğuda keşfedilmişti. (30)

            Türk  tarafına  gelince  Türk  ve  Alman  gözlemciyle  beraber birkaç uçakla da güçlendirilen 1. Tayyare Bölüğü, açık adalar üzerindeki İngiliz ve Fransız kuvvetlerine keşif ve bombalama görevlerine çıkmaya devam etti. Bombalar elle atıldı. Uçakların mühimmatı çok azdı. Arka kokpitte silahlarla donatılacak ilk uçaklar ancak 1915 Ağustos civarında gelmiştir. Çanakkale’de üslenen bu birliğin ortalama 4 uçağı mevcuttu.(31)

            25 Nisan 1915 tarihinde Gelibolu yarımadasının ucundaki Helles Burnu ve Suvla Koyuna müttefiklerin çıkması yeni hava keşif çalışmalarını gerektirdi. General Ian Hamilton’un kumandasındaki İngiliz-Fransız kuvvetlerini karşılayacak Türk Ordusu; Saroz Körfezi’nden Beşike Limanına kadar mevzilenmiş; 5,7,19,9,3,11 nci tümenlerle, Gelibolu ve Çanakkale Jandarma Taburlarından kurulu idi. Ordu çıkarmayı bekliyor, fakat nereye çıkacakları bilinmiyordu. (32)

            Mustafa Kemal, bölgeyi yakından tanıdığı için, bunun iki belli başlı noktadan yapılacağına inanmıştı. Birincisi, yarım adanın güney ucundaki Helles Burnu (Seddülbahir) ki düşman burada deniz topçusuyla iki yandaki kıyıyı kontrol edebilir, ikincisi de batı kıyısındaki Kaba Tepe, ki boğazın doğu kıyısına en kolay buradan inebilirdi. Ancak Liman Von Sanders’in tahminleri bambaşkaydı. Onun düşüncesinde çıkarma iki noktadan yapılabilirdi. Biri, Çanakkale Boğazı’nın Asya kıyıları, ki elindeki tümenlerin ikisini bu düşünceyle Truva dolaylarına gönderdi; biri de kuzeydeki dar Bolayır geçidi ki buraya da iki tümen ayırdı. Elinde kalan iki tümenden birini, Helles Burnuna yolladı. Doğrudan doğruya kendi denetiminde olan, fakat gerçekte Mustafa Kemal’in komutasında bulunan sonuncusunu, yani 19 ncu Tümeni, yedek kuvvet olarak Maydos yakınlarında bıraktı. Bu tümen, saldırının geleceği yöne göre, kuzeye, güneye ya da batıya gönderilmek üzere hazır tutulacaktı. Mustafa Kemal kendisine verilen görevden memnun kaldı ve karargah olarak boğazın kuzeyine düşen ve her iki kıyıya da yakın olan Boğalı köyünü seçti. Buraya yerleşerek çıkarmayı beklemeye ve tepelerin savunması için hazırlanmaya başladı.

25 Nisan sabahı, düşman kuvvetleri, Mustafa Kemal’in önceden tahmin etmiş olduğu gibi kumluğa çıkarma yapmaya başladılar; İngilizler Helles Burnu’ndan, Avustralyalılarla Yeni Zelandalılar da Kaba Tepe kuzeyinden. Aynı zamanda iki oyalama manevrasına da girişildi; Fransızlar Asya yakınına baskın yaparken, Kraliyet Bahriye Tümeni de Bolayır’da bir gösteri taarruzu yapıyordu. Von Sanders, bu ikinci gösteri taarruzuna kandı. İtilaf Devletleri Kuvvetlerinin yarımadayı en dar yerinden keserek ordusunu çevirmek istediklerini sandı. Bu yüzden tümenlerden birini kuzeye, Bolayır’a gönderdi. Kendi de maiyetiyle birlikte oraya gitti. Böylelikle kuvvetlerini asıl savaş yerinden uzaklaştırmış oldu. Sonradan, kolordu komutanı Esat Paşa’yı güneyden gelebilecek saldırıyı karşılamaya gönderdiyse de, takviyesiz bıraktı. (33)

            Çıkarma hareketleri sabah erkenden şiddetli deniz bombardımanı ile başladığında; Pilot Garber ve Yüzbaşı Hüseyin Sedat keşif uçuşuna çıktılar. Saroz Körfezi’nden Anadolu sahiline kadar 3 saatlik bir keşif yaptılar. 45 nakliye gemisi tespit edildi. Bunlara bir-iki bomba atıldı. Harp gemilerinin ayrıldığı ve Saroz’a karşı bir çıkarma provası  tespit edildi. Bu çok önemli keşfin sonucu, Tayyare Bölüğü Mevkii Müstahkeme bağlı olduğundan vaktinde 5 nci Orduya ulaştırılamadı. Tayyareler arızalı olduğundan başka uçuşta yapılamadı. 27,28, ve 29 Nisan’da yapılan keşifler neticesinde, düşmanın asli kuvvetlerinin Seddülbahir ve Arıburnu’na çıktığı tespit edilmiş, Beşike Limanı, Kumkale ve Bolayır’a gösteri mahiyetinde çıkarmalar yapıldığı anlaşılmıştır.(34)

Ateş hattında uçaktan elle atılan bombalar hiç etkili değildi ve sınırlı sayıda uçak ve mühimmat düşmana pek zarar vermiyordu. Örneğin Helles (İlyas) Burnu plajı açıklarında ateş destek  ve  keşif   görevini   yerine  getiren  İngiliz  zırhlısı  Euryalus’ta  bulunan  bir   gözetleyici 30 Nisan’da bir uçağın savaş gemisinin üstünden uçtuğunu ve denize düşüp patlayan bombalar attığını belirtmiştir. Hava bombardımanıyla hiçbir Müttefik savaş gemisine zarar verilememiştir. Fakat Müttefik güçlerin konum, güç , hareket, silah pozizyonları ve depo yerleriyle ilgili olarak uçakların verdiği bilgi, Türklere bombardıman sonuçlarından daha fazla yarar sağlamıştır.

            Mustafa Kemal, 25 Nisan sabahı deniz toplarının sesleriyle uyandığı zaman, kendini savaşın tam siklet merkezinde buldu. Keşif için Kocaçimen Tepe’ye doğru bir süvarı bölüğü göndermiş, Conkbayırı’na doğru büyük çapta bir düşman saldırısının karşısında olduklarını, Sarıbayır sırtlarının ve özellikle Conkbayırı tepelerinin bütün Türk savunmasının kilit noktasını teşkil ettiğini anlamıştı. Tek bir taburun savunma için yeterli olmayacağını, bir tümenin gerekli olduğunu düşünerek sorumluluğu üzerine almış, Tümen Komutanlığı yetkisini aşan  bir emir vermiş, 57 nci Alayı bir dağ bataryasıyla birlikte Kocaçimen Tepeye göndermişti. Mustafa Kemal asıl taarruz  karşısında bulunduklarını sezinleyerek Von Sanders’in ihtiyatının büyük kısmını savaşa sokmuştur ve kararında yanılmamıştır.

            Avustralyalılarla Yeni Zelandalılar ise kendilerinin tasarlamış olduğu ve Türklerinde beklediği gibi Kaba Tepe’ye değil 1,5 km. kadar kuzeyde daha sarp bir yerden Arıburnu’na çıkabilmişlerdir. Burası sonradan Anzak Koyu olarak adlandırılacaktır. Mustafa Kemal Anzak ilerleyişini izleyebilmek için Conkbayır’ına doğru yanindaki birkaç kişiyle ilerlerken geri çekilen bir bölük askerle karşılaşmıştı. Bu düşman çıkarmasını gözetlemek için gönderilmiş ileri karakol birliği idi. ve üç saattir düşmana karşı koymakta olan tek kuvvetti. Mustafa Kemal, düşmana dinlensin diye geride bıraktığı askerlerinden daha yakındı. Geri çekilen askerlere “Düşmandan Kaçılmaz” dedi. Erler “Cephanemiz Kalmadı” diye itiraz edince “Süngüleriniz Var ya” diyerek süngü takıp yere yatmalarını emretti. Kendisininde anlattığı gibi, “Bizimkiler yere yatınca düşmanda yere yattı,böylece bir anlık bir zaman kazanmış olduk. Bu bir anlık zamanda Anzakların geçirdiği duraksama belki de yarımadanın kaderini tayin etti. Yaklaşan 57 nci Alayla savaşa girişmişlerdi”. “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum… Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve başka kumandanlar alabilir” emrinin verildiği çarpışmanın sonunda 57 nci Alayın hemen hemen bütün personeli şehit olmuştu.

            Düşman tüfeklerinin açtığı ateş perdesi arkasından, durmadan hücum ederek, Türk ordusunun tarihinde ölümsüzlüğe erişmişlerdir. Öğleden sonra Anzak’lar yorulmaya başlamış,gece yarısına doğru İngiliz Başkomutanı Sir Ian Hamilton, Anzak Komutanı General Birdwood’dan gelen mesajı almıştır. Komutan yenilgiyi kabul ediyor. hemen tahliyeye girişilmesini öneriyordu. Hamilton ise, her ne pahasına olursa olsun dayanmalarını söyledi. İşte o ölüm kalım gününde Türk kuvvetlerinin başında Mustafa Kemal’ın bulunması zaferin elde edilmesini sağlamıştı. Harekatı Quen Elizebeth gemisinden izleyen Hamilton, sonradan Gelibolu hatıralarında şunları yazacaktı.

            “İndirdiğimiz onca vahşi darbeye rağmen, gebe dağlar hala Türk doğurmaktaydı. Yer yer ilerleyen çizgiler; yeşil çimenlerin üzerinde kımıldayan noktalar; Sarıbayır sırtında, yara izine benzeyen geniş bir kırmızı toprak üzerinde birbirini izleyen noktalar-işte yeni bir nokta dizisi… ve yine bir tane daha… Yaklaşıyor, gözden kayboluyor, yine ortaya çıkıyorlar… mevzimizin enyüksek ve en orta yerine, birbirini kovalayan dalgalar halinde yükleniyorlar. Büyük topların gümbürtüsünün yanısıra, makinelilerin ve tüfeklerin takırdısı duyuluyor-gökgürültüleri arasında bir limonluğun damına inen dolunun çıkardığı sesler gibi… sonra ateş hafifledi. Saldırı püskürtülmüştü. Bizimkiler oldukları yerde tutunabilmişlerdi. Yeşil çimenliklerin üzerinden geriye az, çok az nokta döndü. Ötekiler karanlıklar alemine göçmüşlerdi.” (35)

            Yoğun çatışmaların ardından Türk Ordusu Haziran sonunda Müttefiklerin yarımadadaki ilerleyişlerini durdurdu. Haziran sonu Temmuz başında 1 nci Tayyare Bölüğü Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanlığının emrinden 5 nci Orduya transfer edildi. Bölük, Galata’ya taşınan havaalanından, düşman elinde olan açıktaki adalara keşif yapmaya devam etti. (36)

            5 Temmuz’da Almanya’dan gelen 2 Gotha Deniz Tayyaresi ve Alman Deniz Tayyarelerinden kurulu küçük bir deniz birliği Müstahkem Mevki Komutanlığı emrine verildi. İsmi “Alman Donanması Özel Müfrezesi Deniz Tayyare Grubu olan bu grup 5 ve 6 Temmuzda keşiflere başlamıştır. 13 Temmuz’da dört yeni tayyare 1 nci Bölüğü takviye etmiştir. 1 nci Tayyare Bölüğünün ilk komutanı Alman Teğmen Ludwig Preussner idi. Sonra Yüzbaşı Tahsin komutan olmuştur. (37)

        Phase Two: Aviation Activities During The Gallipoli Landings

On April 25, 1915, when the French and British forces landed on the Gallpoli peninsula, sea war turned into ground war. A squadron consisting of 8 Escadrille M.F 98T aircraft to support French forces was allocated on Bozcaada.

At the beginning of Gallipoli war, allies used a new war weapon during the reconnaissance activities. As long as air condition permits, all the aircraft available  at Bozcaada flew twice or three times a day. This included a dangerous flight more than 17 ½ miles at open sea. Their missions were to determine Turkish defense positions, correct the map coordinate and take photos. Notice that the duty of taking photos was conducted by Pilot Lt.C.H.Butler who used a modified German Goertz compact photo camera. While ground aircraft continued to operate from Bozcaada, HMK Ark Royal used navy aircraft in İzmir and Enez regions to conduct of long range reconnaissance missions.(28)

British carrier, Ark Royal moved to Agean Sea by carrying the  6 seaplanes on February 1 st. In addition, it was carrying 4 army aircraft (Sop with Tabloid). On February 17th the ship had arrived at Tenedos (Bozcaada) near Limnos, the main air base for English-French squadron. Limnos, Bozcaada and other islands were under Turkish sovereignity, however these were occupied by Greeks at the end of the First Balkan war. The dispute between Greece and Ottoman Empire pertaining to the sovereignity of these Islands was continuing. Greek Prime Minister Venizelos started to have control over these islands by assigning them to the Allied Navy, which is a fait accomplishment.(29)

However, the arrival of German U-boats (submarines) forced the ship to move slowly and it was vulnerable.to attacks. HMS Arc Royal to leave for open sea. On June 12th, HMS, was sent to Mudros Harbour and later to Selonika to perform as an aircraft base ship. HMS Bon-my-Chree, which was newer and equipped with five faster seaplanes two of them were  capable of launching special torpedoes, took the place of HMS Arc royal. During this period, the Royal Navy carried out bombing on Turkish positions. It must be noted that at this time aircraft artillery spotting was newly being tested. For a successful spotting of ground targets, airmen were using a rudimentary wireless code to record the fall of each round. However, due to severe shortage of trained observers, Royal Navy was obliged to send up the volunteers to serve as telegraphers. Since these naval aircraft were overwhelmed with missions such as map plotting, observation, photograph taking and mine spotting for the fleet, the main responsibility of artllery spotting was carried out HMS Manica balloon ship, the first British kite balloon to observe  actions on every front. The duties carried out by the balloon were primarily spotting enemy guns to HMS Baccante. The balloons  Monica and later HMS Hector were to perform invaluable work, being able to remain aloft throught the day, regardless of the surface weather. They were much appreciated by the battle fleet and remained to the end of the campaign.

In Gallipoli, there was another test in addition to the first realization of air photographing and naval artillery spotting. After HMS Arc Royal left the area and was assigned as aircraft repair ship, two of Sopwith Schneider seaplanes were assigned to HMS Dories and Minerva cruisers. The seaplanes were lashed on open decks and lowered into water by steam crane to carry out spotting and observation. Unfortunately, the system failed, since while the aircraft were still abroad, shocks and vibrations of the ship’s guns caused structural crack in the airframes. On one occasion, the muzzle flash from one of the guns on HMS Dories “set its aircraft on fire.” The experiment was suspended and remaining aircrafts were sent to Mudros. Because of the different type of aircraft being employed, maintenance was the biggest problem. The cumbersome Brequet, which produced creaky sounds due to its steel-fuselage, was below even the standards of 1913. This disadvantage resulted in longer flight hours for other aircraft and therefore standard ten hours maintenance and repairment duration became inadequate for effective flights. Limited numbers of spare parts and lack of interchangeable parts; though being the same types hampered the air arm. Furthermore, it was found out that certain aircraft, such as the renowned pre-war racing Sopwith Tabloid, was impractical for reconnaissance due to poor forward and downward visibility. At the beginning, Tabloids were in the battlefield with Lewis machine guns assembled on their wings.

Because there were no Turkish and German aircraft at the beginning of the war the tabloits became useless. Because there were no use to keep them,  they were returned to Mudros Shortly afterwards, Ottoman Air Force was established and continued in the region without getting serious threats. In addition, the engines of Maurice-Farman aircraft, constituting the brain body of Allied Air Strength were excessively fatique and many aircraft were not able to produce enough power even to carry two crewmen and equipment abroad. Therefore, they operated with only one pilot who was forced to fly at low speed over hostile fire and make mental notes to convey upon his return to the fleet and later the ground forces. That situation created physical pressure as well as psychological one on the aviator. Also 75.h.p Farmans were found to be suffering engine metal fatigue.(30)  

 As for the Turkish side, the first aircraft squadron, also which was reinforced with Turkish and German observers and a few aircraft, continued reconnaissance and bombarding duties toward British and French forces on the offshore islands. Bombs were dropped by hand. Aircraft armament was negligible. The first aircraft to be equipped with machine guns, at the rear cockpit were received circa on the August 1915. The average strength of this squadron based in Çanakkale was around four aircraft.(31 

On April 25, 1915 the landing of Allied Forces at Cape Helles on the tip of the Gallipoli peninsula and at Suula Bay   necessitated new air reconnaissance attempts. Turkish Army was positioned in an area from Saros Gulf to Besike Harbour and was ready to face British - French forces commanded by General Ian Hamilton. Also it was composed of 5th, 7th, 19th, 9th, 13th and 11th Divisions and Gallipoli and Çanakkale battalions. The army was waiting for the landing but which part would be landed on was unknown(32).

Knowing the region very well, Mustafa Kemal believed that the allied landing would occur from two possible places. The first one was Cape Helles (Seddülbahir), on the southern tip of the peninsula. The enemy would be able to control the two coasts of the peninsula through its naval artillery troops. The second one was Kaba Hill, at the western shore. This place was the easiest part to land on the eastern shore of the strait. However, Liman Von Sanders’ estimated differently. According to him, the landing would be made from two places. The first one was the Asian coast of Çanakkale Strait. Therefore he assigned two of the divisions around Truva. The other one was narrow Bolayır passage at the southern part. Two divisions were assigned to this region. One of the  remaining two divisions was sent to Cape Helles. The remaining division, 19th division which was controlled by Liman Von Sanders and commanded by Mustafa Kemal was being left near Maydos as a reserve This division would be ready to be sent to south, north or west according to the directions of the attacks. Mustafa Kemal was satisfied with his mission and decided on Boğalı, a village at the southern part of the strait and near both coasts, as the headquarters. He settled there and waited for the possible landing as well as making preparations for the defense.

On the morning of April the 25th, enemy forces started to land on the dunes, as Mustafa Kemal had estimated before British troops approached from Cape Helles and Australian and New Zealander troops from the northern skirts of Kaba Hill.At the same time, two deceiving  maneuvers were done; French troops attacked on Asian Coast and Royal Naval Division made a performance assault in Bolayir Von Sanders was deceived by these assaults. He thought that Central Power Forces wanted to surround his troops by using the narrowest part of the peninsula. With this assumption in his mind, he sent one of the divisions to Bolayır. He himself went there along with his suite. As a result, the forces were driven off the main battle field. Although, later on, he sent General Esat, the commander of an army corps, to block a possible assault from south, but this troop wasn’t reinforced.(33)

When the landing was initiated by heavy naval bombings, Pilot Garber and Captain Hüseyin Sedat flew for reconnaissance. This reconnaissance Covering an area from saroz Gulf to Anatolia coast lasted 3 hours and 45 carriage ship were spotted. A few of them were teing bombarded. It was observed that battleships were leaving and a so-called landing was being performed towards Saroz. Unfortunately since aircraft squadron was ander the command of Fortress Commander, the results of this reconnaissance was not be able to be conveyed to 5th Army in time. Because the aircraft  have some mal functions, they could not have flown again. The reconnaissance performed on April 27th, 28th and 29th indicated that the enemy’s main military forces had already landed on Seddülbahir and Arıburnu. It was also observed that there were fake landings on Beşike Harbor, Kumkale and Bolayır.(34)   

The bombs thrown out of the aircraft by hand under ground fire were not effective, and limited numbers of aircraft and ammunition did not cause much damage and loss on the enemy’s side. For example an observer on the English armored cruiser Euryalus undertaking fire support and reconnaissance off a Cape Helles landing beach noted that an aircraft flew over the battleship on april 30th and dropped bombs exploding in the water, on undesirable result.. However the information gained by the aircraft regarding Allied troop locations, strength, movement, artillery positions and supply points must have been more beneficial and more valuable the results of their bombardments for the Turkish army.

Having woken up on the morning of April 25th, Mustafa Kemal found himself in the center of the war. He sent a cavalry company to Kocaçimen Hill for reconnaissance since he had realized that they would face a great and intense enemy attack towards Conkbayırı and that the ridges of Sarıbayır and especially Conkbayırı would be the key places for Turkish defense. Considering the fact that only one battalion was not enough and there would be a requirement for a division, Mustafa Kemal assumed the responsibility and gave an order exceeding his authority. He sent 57th regiment to Kocaçimen Hill along with a mountain battery. Having sensed that they would face the main assault, Mustafa Kemal engaged most of Von Sanders’s reserve troops into the battle and he was not mistaken.

Australians and New Zealanders were able to land on Arıburnu following a more steep and 1,5 km farther northern route, as opposed to their plans and the estimate of Turkish, which was the landing on Kaba Hill. This place would be called as Anzak Cove from that time on. While going towards Conkbayır, together with his suite in order to observe the advancing forces of Anzaks, Mustafa Kemal came across a company of soldiers retreating. This group was the outpost company sent there to observe enemy’s landing, and the only force to resist the enemy’s attacks. He was closer to the enemy than the group he assigned to resist the enemy should be. He uttered: “Don’t run away from the enemy”. The soldiers reacted, “We have no ammunition left”. Hearing these words, he shouted. “You have got your bayonets” and ordered them to lay down after attaching their bayonets on to their guns. As he himself mentioned “when they laid down, so did the enemies, thus we saved a minutes’ time. May be, this hesitation by Anzaks changed the destiny of the war; They had to fight against the approaching 57th regiment. At the beginning of this battle, he transmitted  the order: “I am not ordering you solely to attack.I am ordering you to die.New commanders and soldiers may take over our mission until the time we die.” Almost all the personnel and staff of the 57th regiment became honorable martyrs.

Through continuos assaults under the enemy’s curtain of fire, they rose to the rank of immortality in the history of Turkish army. In the afternoon, Anzaks began to get fired and around  midnight British commander-in-chief Sir Ian Hamilton received the message sent by Anzak commander General Birdwood. The commander had accepted the defeat and had suggested an immediate  retreat. On the contrary, Hamilton ordered them to resist the enemy regardless of the possible results. Thus on this day of life and death, the presence of Mustafa Kemal as the commander of Turkish Forces was the greatest factor in the victory gained. Hamilton, who observed the maneuvers from the ship called Queen Elizabeth had written the following sentences in his “Gallipoli Diary”:

Despite the numerous brutal strokes we hit the mountains were pregnant with Turks who were born one and another. In various places one can see the approaching lines; moving points on the green land; on the ridges of Sarıbayır, the point following each other  on a wide red land resembling a scar --- here is an other line of points --- another over there --- They are approaching and they  disappear and they are emerging again. They are attacking to the highest and the most central parts of our positions by approaching like waves following each other. As well as the roaring sounds of heavy guns, one can hear rattling sounds of gun machines and rifles; the sounds resembling a hailstone falling on the roof of a conservatory on a stormy night, when thunders echoed everywhere… then the fire abated. The attack had been repulsed. We were able to stand where we were. Quite a few points went back on the grassy land. The others had taken their places in the realms of darliness”(35)

After intense clashes, in the late June, Turkish Army Stopped the Allied advance up the peninsula. Again in the late June and early July, 1st Aircraft Squadron was transferred from the control of the control of the Çanakkale Fortress Command to 5th Army. This squadron carried on reconnaissance mission on the offshore islands held by the enemy by using the airfield newly located at the Galata.(36)

On July 5, a small naval aviation unit consisting of two GOTHA naval aircraft and German Naval aircraft received from Germany was given to the command of Fortress command. This group, called German Navy Special Detachment Naval Aircraft Group, started reconnaissance on July 5th . On July 13th four new aircraft reinforced the 1st squadron. The first commander of the 1st squadron was German Lieutenant Ludwig Preussner. The successive commander was Captain Tahsin. (37)

(27)   Nigel STEEL, Peter HART, Gelibolu, Yenilginin Destanı, Sabah Bas., 2.Bas., Çev.Mehmet HARMANCI, İstanbul, 1977, s 249.

(28)      Karl Stirling SCHNEIDE, A.g.e., s.95.

(29)      R.Dick LYMAN, A.g.e., s.141.

(30)   Karl Stirling SCHNEIDE, A.g.e.,s.85-87.

(31)   Richard T.WHISTLER, A.g.e., s.234.

(32)   Yavuz KANSU,             A.g.e.,s.198.

(33)  Lord KINROSS, Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Altın Kitapevi Yay, 12.Bas., Çev.:Necdet SANDER, Aralık 1994, İstanbul, s.100

(34)      Yavuz KANSU, …. , A.g.e., s.198.

(35)      Lord KINROSS , A.g.e., s.100-104.

(36)      Richard T.WHISTLER, A.g.e., s.234  

(37)      Yavuz KANSU, …, A.g.e., s 201.